Beni Aşk Sandın. Oysa Sadece Görülmek İstedim.
Bazen birine aşık olduğumuzu sanırız. Ama sonra fark ederiz ki, içimizde yıllardır yankılanan bir çığlık, o kişinin bakışında yanıt bulmaya çalışıyordur.
Joel’in Clementine’e duyduğu şey gerçekten bir aşk mıydı? Yoksa çocukken görülmeyen ruhunun, bir başkasının gözlerinde kendine yer açma çabası mı?
İlişkilerimizin derininde, çocuklukta eksik kalmış o bakışı “sen varsın” bakışını hâlâ arıyor olabilir miyiz?
Bu yazıda, Eternal Sunshine of the Spotless Mind filminden yola çıkarak, aşk sandığımız bağların ardında yatan görünme ihtiyacına birlikte bakıyoruz.
Eternal Sunshine of the Spotless Mind filminden ilhamla, çocuklukta görülmeyen ruhun yetişkinlikte aşk sandığı çığlıklarına bir bakış.
Her aşk aynı kapıdan girmez. Kimi sükûnettir, kimi bir yangının içinde doğar. Ama bazıları vardır ki… aşk gibi görünür ama değildir. O, bir çocuğun yıllar önce duyulmamış çığlığının yankısıdır.
Joel’in Clementine’e duyduğu şey, gerçekten bir aşk mıydı? Yoksa annesinin bakmadığı yerden kalan boşluğu doldurma arzusu mu?
Çocukken görülmemiş bir ruh, büyüdüğünde başkasının gözlerinde kendine yer açmak ister. Bu bir aşktan çok, bir tanınma çabasıdır. Sevdiğimiz kişide bazen kendimizi değil, kayıp bakışı ararız. Joel’in Clementine’e duyduğu büyülenme, belki de annesinin gözlerinde hiç bulamadığı ışığın geç kalmış yansımasıydı.
İlk karşılaşmalarında Clementine, Joel için yalnızca bir kadın değil; içsel bir boşluğun yankısına dönüşür. Onun canlılığı, dağınıklığı, sesindeki yüksek ton… Joel’in içindeki sessiz çocuğa çağrı gibidir. Kısa bir süreliğine de olsa, o karanlık alan aydınlanır.
Ama bu aydınlık iyileştiren bir ışık değil, kör eden bir parıltıdır. Çünkü bazen biri bizi gerçekten gördüğünde, kaçmak isteriz.
Çocuklukta kurulan bağlar yalnızca geçmişin anısı değil; bugünkü ilişkilerimizin zeminidir. Joel’in annesiyle arasındaki duygusal kopukluk, yetişkinliğinde görünme arzusuna dönüşür. Sevgiyle değil, ihtiyaçla kurulan bir bakışsa, kolayca tükenir.
Bağ kurmakla tutunmak arasında fark vardır. Joel, Clementine’e bağlanmaz; ona tutunur. Çünkü çocukken tutunacak kimse olmamıştır. Tutunulan aşk, boğulmaya mahkûmdur. Sevdiğimiz kişiyi bir ilaç gibi görürsek, zamanla doz yetmez olur. Clementine, Joel’in çocukluğundaki boşluğu daha fazla taşıyamaz hale gelir.
Görülmek sadece bakılmak değil; varlığının tanınmasıdır. Çocuk, “ben varım” duygusunu en çok bir annenin bakışında öğrenir. O bakış eksikse, çocuk kendi değerine dair temel bir kuşku geliştirir: “Ben gerçekten görülmeye değer miyim?”
Joel’in benliği bu sorunun cevabını hiçbir zaman alamamış bir çocuğun kırılganlığıyla şekillenmiştir. Clementine’in gözlerinde ilk kez “var olduğunu” hissettiğinde, bu his aşk değil, tanınma illüzyonudur.
Ve bu illüzyon doyurulamaz. Ne kadar sevilirsek sevelim, eksik kalan “sen varsın” bakışı bir yetişkinden alınamaz. İçimizde kuramadığımız benliği, bir başkasının gözünden kurmaya çalışmak yalnızca hayal kırıklığı getirir.
Clementine, Joel’in eksik benliğinin aynasına dönüşür. Joel, onun her sözünde ve hareketinde kendinden bir iz görür gibi olur. Ama bu “görme” hali, Clementine’i anlamaktan çok, içsel boşluğunu yansıttığı bir perdeye dönüşür.
Aşk böyle zamanlarda bir ilişkiden çok bir yankıya dönüşür. Karşımızdakini değil, içimizde cevaplanmamış soruları duyarız:
“Beni gerçekten görebilir misin?”
“Görüldüğümde de sevilebilir miyim?”
Bu sorular bir başkasının sevgisiyle çözülemez. Ancak kendi içimizde yanıtladığımızda aşk özgürleşebilir.
Çünkü aşk bir aynaya dönüşüyorsa, o aynada yalnızca kendimizi değil, karşımızdakini de görebilmeliyiz. Aksi takdirde, her gidiş bir veda değil, bir parçanın kaybı olur. Joel’in yaşadığı da budur.
Clementine gitmekle kalmaz; Joel’in “görüldüğünü sandığı” benliğini de yanında götürür. Bu yüzden Joel’in hafızasını sildirme arzusu, sadece bir aşkın acısından değil, kendi kırılganlığıyla yüzleşmemek istemesindendir.
Ama hafıza unuturken, beden hatırlar. Kalp hatırlar. Gözler hatırlar. Bu yüzden Joel, her şey silinse de Clementine’e döner. Çünkü o dönüş, bir aşkın değil, kendi içsel bütünlüğünü arayan ruhun çağrısıdır.
Gerçek aşk, içimizde yıllardır yankılanan bir çağrının cevabıdır o çağrı başkasına değil, bize yöneliktir. Ve gerçek aşk, başkasında kendimizi bulmak değil; kendimizi bulduktan sonra bir başkasıyla karşılaşabilmektir.
Ve belki de bu yüzden, hafızamız silinse bile bazı duygular kalır. Çünkü onlar aşk değil; hatırlanmak isteyen parçalarımızdır.
Ve bazen… o parçaları tek tek hatırlamak, sadece bir ilişkiyi değil; ruhumuzu Yaradan’a taşıyan o ince yolu da sessizce örer.
27.06.2025
Bodrum
"Çünkü o dönüş, bir aşkın değil, kendi içsel bütünlüğünü arayan ruhun çağrısıdır."
ne güzel, ne güzel, yine ne güzel...