Zihin unutabilir. Hafıza silinebilir. Ama kalp… kalp hep hatırlar.
Eternal Sunshine of the Spotless Mind filminden ilhamla kaleme aldığım bu yazı, hafızanın ötesinde kalan o görünmez bağlara bir bakış.
Eternal Sunshine of the Spotless Mind filminden ilhamla; bu yazı, unutmanın mümkün olduğu bir dünyada, hatırlamanın aslında ne anlama geldiğine ve kalbin hafızayla kurduğu görünmez bağa bir bakış.
Hafıza silinebilir belki. Anılar, belirli bir düzenle sökülüp çıkarılabilir zihinden. Ama kalp… kalp böyle çalışmaz. Bazen bir dokunuş, bazen bir şarkının mırıldanışı, hatta tanıdık bir sessizlik… Hatırlamamak mümkün olsa da, hissetmemek mümkün değildir.
Eternal Sunshine of the Spotless Mind’ı izlerken zihnimde birden başka bir imge canlandı: Odin’in kuzgunları. İskandinav mitolojisinde her sabah gökyüzüne iki kuş salınır: biri düşünce (Hugin), diğeri hafıza (Munin). Her akşam geri dönerler, gördüklerini anlatırlar tanrıya. Ama anlatılır ki: Odin’in bile asıl korkusu, hafızanın geri dönmemesidir.
Belki de bazı hikâyeler, tıpkı o kuzgunlar gibi göğe salınır. Biri düşünceye, diğeri bir anıya dönüşür. Ama içlerinden biri geri dönmezse, insan kendini eksik hisseder.
Joel ve Clementine’in hikâyesi de, silinmiş anılarla değil, geri dönmeye cesaret eden duygularla yeniden başlar. Çünkü unutulan şey, hatıra değil; o hatıraya eşlik eden duygunun üstündeki isimdir. Hafıza gitse de, his kalır.
Kimi zaman düşünce döner, hafıza kalır. Kimi zaman hatıra gelir, anlamı eksik kalır. Ama kalp, bu ikisi arasında görünmez bir köprüdür. Ve o köprüden geçmek, cesaret ister.
Belki de Joel’in kalbinde kalan, Clementine’in silinmiş sesi değil, o sesin bıraktığı yankıdır. Ve Clementine’in içinde kıpırdayan şey, Joel’in dokunuşu değil, dokunuşun ardında bıraktığı sızıdır.
Bazen tüm kelimeler unutulur da, bir bakış kalır. Bir sessizlik. Bir durakta göz göze gelinen bir an. Ve işte o an, hafıza değil, kalp konuşur.
Belki de kalbin taşıdığı şey, ne gördüğümüz ne de düşündüğümüzdür. Bize dokunan, içimizde yankı uyandıran bir şeydir. Görülmeyeni görmüş gibi hissettiğimiz, hiç söylenmemiş bir cümleyi duymuş gibi içimize aldığımız anlardır bu.
Joel ve Clementine birbirlerini ne zaman sevmişti? İlk karşılaştıklarında mı, yoksa ayrılıklarının ardından yeniden tanıştıklarında mı? Silinmiş sahnelerin ardından geriye kalan şey, kelimeler değil, aralarındaki yankıydı.
Bazen iki insan birbirini unutabilir ama kalpleri aynı ritimde atmaya devam eder. Çünkü kalp, düşüncenin ve hafızanın ötesinde bir bilgeliğe sahiptir. Hafıza kırılabilir, düşünce şaşabilir… ama kalp, olanı olduğu hâliyle duyar.
İşte bu yüzden, Joel ve Clementine yeniden karşılaştıklarında, hafızaları boştu belki ama bedenleri hatırlıyordu. Bir bakış, bir gülümseyiş, bir sessizlik… Ve içten içe yükselen, o tanıdık titreşim.
Hugin’in getirdiği düşünceler sustuğunda, Munin’in getirdiği anılar kaybolduğunda bile… kalbin fısıltısı kalır geriye. Ve bazen bizi buluşturan, ne hafıza olur ne de düşünce; sadece kalptir yolu çizen.
Ve belki de bu yüzden bazı yüzler, adını hatırlayamadığımız ama kalbimize dokunduğunu unutturmadığımız bir yankı bırakır bizde.
Çünkü düşünce, hatırlamak ister. Hafıza, tutmak. Ama kalp… sadece bilir.
Ne zaman, nerede, neden olduğunu bilmeden; birini neden sevdiğimizi, bir sahnenin neden içimizde kaldığını, ya da bir göz göze gelişi neden yıllar sonra bile unutmadan taşıdığımızı anlatamaz düşünce. Ama kalp anlar.
İşte bu yüzden hafıza silinse de, düşünceler şaşırtılsa da… kalbin bildiği yerden yürür hikâyemiz.
🕊️ Bir Eşzamanlık Notu
Bu yazıyı tamamladıktan hemen sonra, karşıma bir video çıktı. Christian adında bir aslan, yıllar önce sevgiyle büyütülmüş, sonra doğaya salınmıştı. Zaman geçmişti. İnsanlar onu unutur sandı. Ama o… hatırladı. Gördü, koştu, sarıldı. Unutmamıştı.
Zihin alışsa da, kalp unutmaz. Ve bazen bir yazının ardından gelen bir video, ya da bir bakışın ardından gelen bir sessizlik… hayatın sana fısıldadığı bir şey olur:
Bazı bağlar hafızayla değil, ruhla kurulur. Ve bazı hikâyeler, hatırlandığı için değil… zaten unutulamadığı için gerçektir.
01.07.2025 – İstanbul