Bazı filmler biter ama içimizde bir şey sürer. Son sahne çoktan geçmiş olsa da, bir görüntü kalır — gözde değil, içte.
Bu yazı, izlediğim bir filmden değil, içimde kalan bir sızıdan doğdu. Hafızayı sildiren bir sistemin mümkün olduğu bir dünyada, insan unutulmanın eşiğinde ne yapar? Birine dair her şey silinse bile, kalbin bildiği yerden geri döner mi hikâyeler?
“Filmlerle Gelen Yazılar” başlıklı yeni serimde, bazı sahnelerin açtığı duygusal katmanlara birlikte bakacağız.
İlk durak: Unutulmanın sessiz yankısı.
Filmlerle Gelen Yazılar #1 – Eternal Sunshine of the Spotless Mind
Bu yazı, Eternal Sunshine of the Spotless Mind filminden ilhamla yazılmıştır. Filmde geçen bazı sahnelere değinilse de, bu bir film özeti değil. Amacım, bazı sahnelerin içimde açtığı düşünce yollarına, duygulara ve hatırlattıklarına eşlik etmek. İzlememiş olanlar için bazı detaylar sürprizleri bozabilir. Ama belki bu yazı, filmi izlemeye değil, kendine bakmaya bir kapı aralayabilir.
Biri seni unuttuğunda, sen hâlâ onunla doluysan… Hafızandan değil, kalbinin en derin köşesinden silemediysen onu… O zaman silinen gerçekten o mu olur, yoksa sen mi eksilirsin biraz daha?
Joel, uzun süredir birlikte olduğu Clementine’in, ilişkilerinin tüm izlerini hafızasından sildirdiğini öğrenir. Üstelik Clementine artık onu tanımıyordur; Joel, onun gözlerinde bir yabancıya dönüşmüştür.
Bu, sadece bir “ayrılık” değil… Bu, varlığının inkâr edilmesidir.
Joel’in bu kırılma noktasında aldığı karar basittir: “O beni sildiyse, ben de onu sileceğim.”
Ama silmekle unutmak arasında çok ince bir çizgi vardır. Ve bazen, silmek… sadece acıyan yeri susturmaya çalışmaktır.
Hafızadan silinmek, fiziksel yokluk gibi değildir. O kişi hâlâ nefes alır, yaşar, başka cümleler kurar… ama artık senin adını bilmez. Birlikte paylaşılan şarkıların, yürünmüş yolların, bakışmaların üzeri çizilmiştir.
Ve sen hâlâ oradasındır. Birinin zihninden silinmiş ama kendi bedeninde yaşayan bir hayalet gibi. Hatırlayan taraf olmak, bazen hatırlanmamaktan daha yıkıcıdır. Çünkü sadece geçmişi değil, tek başına taşırsın anıları.
Joel’in silinmeye karşı direnişi, Clementine’e olan aşkından çok, kendinden bir parçanın sökülmesine karşı verdiği bir içsel tepkidir. Çünkü bazı insanlar unutulduğunda, onlarla birlikte içimizde bir parçamız da eksilir. Silinmek sadece birini kaybetmek değil, kendini de biraz kaybetmektir.
Bazı anılar silinmeye çalışıldıkça daha derine kök salar. Tıpkı Joel’in zihninde Clementine’i saklamak için gittiği o uzak, o tuhaf, o utanç dolu anlar gibi… Kimi zaman çocukluğumuzdan, kimi zaman bastırdığımız kırılgan bir halimizden medet umarız. Belki orada, sistemin ulaşamayacağı bir yerde kalır sevdiğimiz.
Ama ne yaparsak yapalım, silmek özgürlük getirmez. Çünkü hafızadan çıkarılan biri, kalpten gitmez. Ve unutulmakla baş etmek bazen unutmaktan daha zor bir şeydir.
Joel’in yaşadığı o içsel boşluk, Clementine’in gitmesinden değil — “hiç olmamış gibi davranılması”ndan doğar. O yok sayıldığında, onunla birlikte kendi varlığının da silindiğini hisseder. İnsan unutulunca değil, inkâr edilince en çok yalnızlaşır.
Ve belki de bu yüzden, unutmuş gibi görünsek de, bazen ruhumuz bizi bir yerlerde yeniden buluşturur.
Hafızalar silinir. Ama bazı duygular, sessizce yerinde kalır.
21.06.2025
Istanbul