“Bazen bir ilişki, tamamlanmak için değil, bir durakta göz göze gelmek içindir.”
Sevilmek isteriz… ama görünmekten korkarız.
Yakınlık isteriz… ama savunmasız kalmayı göze alamayız.
🎬 Eternal Sunshine of the Spotless Mind filminden ilhamla yazdığım bu yazıda, aşk sandığımız bağların ardına, görülme korkusuna ve sessizlikte yankılanan duygulara bakıyoruz.
Eternal Sunshine of the Spotless Mind filminden ilhamla; bu yazı, aşk sandığımız bağların ardında gizlenen görülme korkusuna ve yakınlıktan kaçan kalplerimizin sessizliğine bir bakış.
Kimi insanlar sevilmek ister ama görülmekten korkar. Kimi kalmak ister ama yakınlıktan kaçar. Ve bazı ilişkiler tam da bu çelişkinin kıyısında başlar. Biri bağ kurmak ister, diğeri ise kırılganlığıyla baş başa kalmaktan çekinir. Ürkütücü olan ilişkinin kendisi değil, yakınlığın tetiklediği duygulardır. Çünkü bağ kurmak, bazen karşındakine değil, kendi içindeki fırtınalara yakalanmaktır.
Daha önce demiştik: Bazen aşk gibi görünen şey, yalnızca çocukken duyulmamış bir çığlığın yankısıdır. Bu defa başka bir yerden bakacağız. Çocukluğunda sevilmemiş bir yan, zamanla içine kapanır, duvar örer. “Biri beni severse yıkılırım” korkusu gelişir. Kişi sevildiğinde değil, sevilmeye yaklaşınca uzaklaşmak ister.
Joel ve Clementine’in hikâyesi bu içsel gerilimin tam ortasında şekillenir. İkisi de sevilmek ister ama bu sevginin ortaya çıkardığı duygulara yer açacak kadar kendilerini sağlam hissetmezler. Joel içine kapanır, Clementine dışa savrulur; ama ikisinin kalbi de aynı çatlağın kenarındadır.
“Ben karmaşığım Joel. Bu yüzden insanlar beni terk ediyor,” der Clementine. Ama belki de onu terk eden, kendi içindeki karmaşadır. Birinin elini tutmak ister ama aynı anda içten içe uzaklaşır. Birlikte olmak ister ama duygular derinleşince korkar. Bağ kurmak, onun için ya boğulmakla ya da kaybolmakla eşdeğerdir.
İlişkinin içine girer ama kalamaz. Çünkü içindeki düğümler çözülmeden, bir başkasının yanında çözülmek onu savunmasız hissettirir. Yakınlık, bazen bir tehdit gibi gelir. Sevilmek, bir risk.
Karşısındaki içinse bu kaçış, çoğu zaman anlam verilemeyen bir durumdur. Bir anda uzaklaşmak, geri çekilmek, yok olmak… Bu davranışlar dışarıdan bakıldığında dengesiz ya da abartılı gibi görünebilir. Ama çoğu zaman bu, kayıtsızlık değil; duygusal yükün altında ezilmemeye çalışan bir ruhun hayatta kalma çabasıdır. Ne yazık ki bu çaba, ilişkideki diğer kişiyi de kırabilir. Çünkü terk edilmekle, terk edilmeyi hazırlayan ruh hâli arasında görünmez bir çizgi vardır.
Joel duygularını kolay dile getirebilen biri değildir. Ama bu sessizlik sevgisinin eksik ya da yüzeysel olduğunu göstermez. Aksine, onun sevgisi içe çekilen bir nehir gibidir; derin ama görünmez. Duygularını içinde saklayan biri olarak Joel çoğu zaman anlaşılmadan geçer insanların arasından. Belki de bu yüzden, sesini bastıramayan, renkli ve taşkın bir ruh olan Clementine’e çekilir. Onun dışa taşan hâli, Joel’in sessizliğini yankılayan bir zıtlık gibidir. Ve işte tam bu noktada başlar aralarındaki çatlak: Biri susarak sever, diğeri bağırarak duyulmak ister. Biri içe döner, diğeri dışa savrulur.
Ve bazen iki insan aynı duygunun etrafında döner, aynı kalbe varmak ister… ama yolları bir türlü kesişmez.
Clementine, bir anlığına her şeyi arzuluyormuş gibi görünür: yakınlık, temas, samimiyet. Ama bir şey gerçekten yaklaştığında, göz açıp kapayıncaya dek uzaklaşır. İçinde büyüyen o eski korku –sevilmeye yaklaşmanın hemen ardından gelen savunmasızlık hissi– onu geri çeker. Joel ise ne olduğunu anlamakta zorlanır. Bir an yakınken bir anda neden yok olduğunu çözemez. Belki “yetmedim” diye düşünür. Belki daha da derinde, “hiç olamadım” der iç sesiyle. Oysa mesele yetersizlik değil, yük olmaktan duyulan korkudur. Clementine bazen Joel’den değil, kendi içindeki karmaşadan kaçar. Onun varlığı Clementine’e iyi gelmediği için değil; tam tersine, kendi kırılgan tarafını açığa çıkardığı için zor gelir.
Sevilmek kadar, görülmek de zordur. Bazı insanlar yalnızca sevilmek ister, çünkü görülmek; çıplak ve savunmasız kalmak gibidir. Joel ise Clementine’i gerçekten görür. Ve bu yüzden Clementine ürker. Kendi gözünden bile kaçtığı yanlarını, Joel’in gözlerinde görmek ağır gelir.
Ve belki de o yüzden, Joel’in tüm suskunluğuna rağmen en derin çığlığı şudur: “Benim sesim ya da söylediklerim sana ulaşmıyor mu?”
Bu sessiz soru, Clementine her uzaklaştığında Joel’in içinde biraz daha derinleşir. Ve bazen aşk, ne kadar istendiğiyle değil, ne kadarına tahammül edilebildiğiyle sınanır.
Ama insan, bazen en çok ihtiyaç duyduğu şeyden en çok korkar. Yakınlık bir tehdit gibi gelir, sevgi fazlalık, ilgi bir ağırlık. Oysa birinin gözünde kendimizi görmeye cesaret edebildiğimizde başlar gerçek bağ. Birinin sevgisi, kendi kendimize inşa ettiğimiz duvarlara bir ayna tuttuğunda… İşte o aynada ne gördüğümüz belirler kalıp kalamayacağımızı.
Clementine de Joel de, içlerinde taşıdıkları kırılganlıkla kendi yollarında yürürler. Kimi zaman yakınlaşır, kimi zaman uzaklaşırlar. Birbirlerinin yaralarını gördüklerinde duraksar, belki de geri çekilirler. Ama aşk, sadece bir diğerine yaklaşmak değil, kendi içimizdeki uzaklığı da fark edebilmektir.
Ve bazen bir ilişki, tamamlanmaktan çok, tamamlayamadığımız yerlerde iz bırakır. Çünkü bazı aşklar, varmak için değil, anlamak için yaşanır. Birinin sessizliğiyle, diğerinin taşkınlığı arasında kalan o ince çizgide bir gerçeğe dokunuruz: Bağ kurmak, bazen sadece el ele yürümek değil, aynı sessizlikte kalabilmeyi de göze almaktır.
Belki de bazı hikâyeler sonuna kadar yürümek için değil, bir durakta göz göze gelmek içindir.
28.06.2025
İzmir